<$Seza Sinanlar - Atmeydanı / Bizans Araba yarışlarından Osmanlı Şenliklerineh3>

<$

Tag --> , ,




Hipodrom hem kamusal hem de politik bir mekândır; bazen imparatorlar için, halkın doğrudan tepkisinin ölçülebildiği bir yerdir, bazen de halkın hiç beklenmedik bir anda ne düşündüğünü imparatora ilettiği açık bir iletişim mekânı. Halk, vergilerdeki artışları protesto etmek veya yönetime getirilmiş bir idareciden şikayetlerini dile getirmek için daima Hipodrom'u seçmiştir. Tarihçi Alfred Rambaud bu durumu şöyle özetler:
"Tanrı'nın Aya Sofya'sı, imparatorun trinikulumu [Büyük Saray'da altın kaplamalarla süslü yemek odası] varsa, halkın da hipodromu vardır."

Sayfa 37

Sinanlar
Alt başlıktan da anlaşılabileceği üzere, çeşitli dönemlerdeki adları ile Hipodrom/ Atmeydanı/Sultanahmet Meydanı'nın tarihsel/kronolojik gelişimini; Bizans dönemindeki yarışlardan Osmanlı'daki törenlere, Cumhuriyet öncesi mitinglerden "Refah partisinin Osmanlı kültür mirasını yeniden öne çıkarmak niyetiyle Sultanahmet Meydanı'nın girişine üzerinde Atmeydanı yazan tabelalar konması"na kadar dönemlerinin politik olayları ile anlatan kitap, aslında yazarın yüksek lisans tezi olmasına karşın, referanslara boğulmaması ve akıcı diliyle okuyucuyu hemen içine çekiyor. Zaten yazarın da söylediği üzere tezden kitap haline ikinci defa yazılarak gelmiş.

Atmeydanı bol fotoğraflı bir kitap. Ancak fotoğraflar renkli olsa çok daha iyi olabilirmiş. Bunun yanısıra koca bir tarihin 70 sayfaya sığdırılma çabası da gözden kaçmıyor. Yine de kitap, tarihin aslında sıkıcı olmadan da anlatılabileceğine iyi bir örnek oluşturuyor. (Bu arada tarih öğretmeni olan yazarın derslerinin de böyle geçtiğini, bir tanesine katılmış biri olarak, söylemeden geçemeyeceğim.)

Kitabın sonunda bir de kaynakça var. Konuyla ilgilenen ve ilgilenmek isteyenlere duyurulur!




Kitap Yayınevi
ISBN 975 - 6051 - 06 - X
Birinci Basım Ekim 2005
p>
<$Arthur C. Clarke - Rama'yla Buluşmah3>

<$

Tag --> , , ,


Bu kadar uzak mesafe ile yapılan ilk radar bağlantısının daha önce örneği yoktu; 31/439'un oldukça büyük bir yapıda olduğu belli oluyordu. Yankıların şiddetinden bilgisayarlar en az kırk kilometrelik bir çap hesapladılar. Böyle bir dev yüz yıldır keşfedilmemişti ve gözden kaçmış olması da aklın alabileceği bir şey değildi.

(...)

İşte tam bu noktada bilgisayarlar "Hey oradakiler, ilginç bir şey bulduk" işareti vermeye başladılar ve ilk defa olarak 31/439 insanların ilgisini çekti. Uzay Muhafızlığı Merkezi geçici bir heyecan dalgası ile çalkalandı. Yıldızlararası "gezgin" sadece bir numara olmaktan çıkarılarak ona bir isim verildi. Yunan ve Roma mitolojisini artık tümüyle tüketmiş olan astronomlar çoktandır Hindu tanrıları ile çalışıyorlardı. Böylece 31/439, Rama ismini aldı.


Sayfa 11-12

Clarke
İyi bilimkurgu da, iyi polisiye gibi iyi edebiyattır. Rama serisinin özellikle bu ilk kitabında bunun doğrulandığını görmek mümkün.

Seri dört kitaptan oluşuyor ve bu ilk kitaptan sonrakileri Arthur C. Clarke, Gentry Lee ile birlikte tamamlıyor. Rama II'nin ilkinden yıllarca sonra yazılmasının yanısıra, olay örgüsünün ilk kitaptan yüz yıl sonrasında geçmesi kitabın kurgusu ile yazılışı arasındaki paralelliğin bir rastlantıdan daha fazlası olduğunu düşündürüyor.

Rama üzerine birçok yazıda yazılanları tekrarlamak pahasına -bir mühendis olarak- Clarke'ın fizik bilgisinin oldukça iyi bir düzeyde olduğunu söyleyebilirim. Bu fizik bilgisi, kurduğu atmosferin inandırıcılığını da oldukça artırıyor. Kendi simetri ekseninde hızla dönen silindirik Rama uzay gemisinin içinde iç yüzeyi 360 derece çevreleyen bir silindirik deniz bulunması hem kurgusal, hem de fiziksel olarak etkileyici. (Boş bir silindirin içinde silindirik denizin üstündeyken, kafanızı yukarı kaldırdığınızda denizi görürsünüz. Dönüş nedeniyle oluşan Coriolis kuvveti denizin üzerine dökülmesine engeldir.)

Kitabın çevirisi Ümit Kayalıoğlu tarafından yapılmış. Genelde başarılı bulduğum çeviride, Türkçe'nin bilim dili ol(a)mamasından kaynaklanan bulanık yanlar da bulunmakta. Özellikle Rama'nın betimlenmesi sırasında...

Clarke'la ilgili aslında yazılacak çok şey var, özellikle Kubrick'in çektiği "Space Odyssey-2001"in aslında yazarın aynı isimli romanından uyarlandığı düşünülünce. Ama onları yazarın diğer kitaplarına saklayalım.



İthaki Yayınları
ISBN 975 - 6902 - 05 - 1
1. Baskı Ocak 1999
Çeviri Ümit Kayalıoğlu
Özgün Adı Rendez-vous with Rama
p>
<$Gustav Meyrink - Kardinal Napellush3>

<$

Tag --> , , , ,


Bütün hayatımın her tür beklemekten ve yine beklemekten -dinmek bilmez bir tür kanamadan- ibaret olduğunu ve anı hissetmek için bana kalan zamanın saatlere bile vurulamadığını dehşet içinde fark ettim. O zamana dek hayatımın anlamı bellediğim şey bir sabun köpüğü gibi yok oldu gözlerimin önünde. Bakın, dünyada ne gerçekleştirirsek gerçekleştirelim, bunlar hep yeni bir bekleyişe, yeni bir umuda yol açar; bütün evren doğamamış bir şimdiki zamanın cesedinin saçtığı pis kokuyla dolu. Bir doktorun, bir avukatın, bir memurun bekleme odasında kapıldığımız o sinir bozucu zayıflığı hissetmeyen var mıdır? Bizim hayat dediğimiz şey, ölümün bekleme odasıdır. Birdenbire -o anda- zamanın ne olduğunu kavradım: Biz zamandan yapılma ürünleriz, maddeden oluşmuşa benzeyen ama akıp giden zamandan başka bir şey olmayan bedenleriz.

J. H. Obereit'ın Zaman Sülüklerini Ziyareti - Sayfa 25


Meyrink

Gustav Meyrink'i çok geç tanıdım -doğrusunu söylemek gerekirse birkaç aylık bir tanışlık bu- ve şimdiye kadar okumamış olmamın çok büyük bir kayıp olduğunu düşünüyorum. Kardinal Napellus'ta sadece üç öykü olmasına karşın, bu öykülerin üçünü de okurken hissettiğim ürpertiyi çok az yazarda hissetmiş olduğumu söylesem herhalde nedeni daha iyi anlaşılır.

Meyrink'in, Poe'dan etkilendiğini söylemek sanırım yanlış olmaz. (Gerçi Poe'nun etkilemediği iyi bir öykücü var mıdır?) Poe ile aynı gün doğmuş olan -yaklaşık 60 yıl sonra- yazarın, özellikle yukarıda alıntı yapılmış öyküsü okuyucuyu girişinden itibaren içine çeker. Bir metafor olarak sülüğün kullanımı ise -kuşkusuz-öykünün en etkileyici yanlarından biridir.

Borges, kitabın önsözünü, "Meyrink, ölüler krallığının yaşayanlar krallığına girdiğine, gözle görülür dünyamızın gözle görülemez diğer dünya tarafından işgal edildiğine inanıyordu." diye bitiriyor. Ekleyebileceğim tek şey; Poe, Borges ve Meyrink'se işgal edenler ve onların işbirlikçileri ise, buyursunlar!



Dost Kitabevi Yayınları
ISBN 975 - 7501 - 88 - 3
Birinci Baskı Ekim 1999
Almancadan Çeviren Zehra Aksu Yılmazer
p>
<$P'u Sung-Ling - Konuk Kaplanh3>

<$

Tag --> , , , ,


(...) Daha sonra Ch'ing-chou'da yeniden ortaya çıktığı söylendi; küçük çocuklara, avuçlarına bir çember çizmeyi ve başka birinin giysisine ya da yüzüne dokunarak bu çemberi dokundukları yere geçirmeyi öğretiyormuş. Çember karşıdakine geçtikten sonra çocukların elinde iz falan kalmıyormuş.
Görünmez Keşiş - Sayfa 33-34
Konuk Kaplan / P'u Sung-Ling



(...) Beni duymamış gibi sürdürdü: - Sürgün yollarında başıboş geziyorum, ama hâlâ kralım, çünkü disk bende. Görmek ister misin? Kemikli elinin ayasını açtı. Elinde hiçbir şey yoktu. Boştu. işte o zaman şimdiye değin hep kapalı tuttuğunu fark ettim. Gözünü benden ayırmadan: -Dokunablirsin, dedi. Kaygıyla, parmak uçlarımı ayasına dokundurdum. Soğuk bir şey duydum ve sanki zayıf bir ışıltı gördüm. Elini aniden kapattı. Bir şey söylemedim. Bir çocukla konuşurmuşçasına sözünü sürdürdü: -Bu, Odin'in diski, dedi. Yalnız tek yüzü var. Yeryüzünde tek yüzü olan başka hiçbir şey yok. Elimde olduğu sürece kral olacağım.
Disk - Sayfa 100-101
Kum Kitabı / Borges



Büyük yazarı büyük yapan şeylerden biri de herhalde izinden gittiği yazarlara (ustalara) gösterdiği saygı ve bunları açıklamaktaki açıksözlülüğüdür. Borges neredeyse tüm ustalarına bu vefa borcunu ödemiş yazarlardan biridir. Editörlüğünü yaptığı Babil Kitaplığı'nda nerelerden beslendiğini, hangi yazarlardan etkilendiğini görebiliriz.

Babil Kitaplığı, bir fantastik öykü-roman seçkisi. İlk kitap, P'u Sung-Ling'in "Konuk Kaplan" isimli kitabı. Daha ilk kitaptan Borges'in beslendiği yazarlardan birinin öyküsüyle, kendi öyküsündeki benzerliği yakalamak oldukça mutlu etti beni, Borges'e de bir kere daha saygı duydum ve imrendim.

Jorge Luis Borges
P'u sung Ling'in öyküsü Çin'de geçmektedir; keşiş çocukların ellerine çember çizmeyi sonra hiçbir iz kalmadan bunları başka bir yere geçirmeyi öğretmektedir. Borges'te ise avuçtaki çember kuzeyde, Odin'in ülkesindedir. İlk öyküdeki çocuklar çemberlerini başka bir yere geçirirken, Borges'in öyküsündeki yetişkin elinde, kimseye vermemek üzere sımsıkı tutar. Tüm bu değişikliklere karşın (tabii ki Borges intihal yapmayacaktır :) benzerlik ortadadır. Disk ya da çember izleğinden Borges'in etkilendiği açıktır. Bu anlamda, P'u Sung-Ling'in öyküsünde geçen çember bir ayrıntı iken, Borges'in bu ayrıntıyı nasıl öykünün ana izleği haline getirdiğini de görebiliriz.



Dost Kitabevi Yayınları
ISBN 975 - 7501 - 25 - 5
2. Baskı Kasım 1999
İngilizceden çeviren C. Hakan Arslan
Özgün Adı Tiger Guest
p>
<$Ahmet Hamdi Tanpınar - Huzurh3>

<$

Tag --> , ,



Üsküdar açıkları, lodoslu akşamın suda kurulmuş mâlikanesi olmağa başlamıştı. Sanki Kızkulesi'nden Marmara açıklarına kadar denizin altına, su tabakalarının arasına yer yer, iyi dövülmüş bir yığın mücevher pırıltısından geçirilmiş bakır levhalar döşenmişti. Bazen bu bakır levhalar suyun üzerinde yüzüyor, âdeta mücevher sallar yapıyor, bazen de primitif ressamlarda, mağfiretin timsali ışığın kaynaştığı derinlikler gibi hasretle, bir hakikate yükseliş arzusu ile dolu, büyük ve kıpkırmızı uçurumlar açıyordu.

Sayfa 111

Tanpınar
Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün yazılmasına daha 14 yıl vardır. Şubat 1948'de Cumhuriyet Gazetesi'nde tefrika edilmeye başlanır Huzur ve Haziran'da sonlanır.

Huzur, okunması zor bir kitaptır. Başlangıçta huzursuzluk verir bile denebilir. Kişisel tarihimizde başlayıp bıraktığımız ve yıllar sonra elimize aldığımız ender kitaplardandır. Ancak bu romanın nazarımızdaki değerini zerre azaltmaz. Aksine, Tanpınar Türk Romanı'nın en önemli yazarlarından olduğunu, bu ve bundan sonraki romanları ve özellikle de Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile kanıtlamıştır.

Romanın baş kişilerinden biri, bir şehir olan kaç roman vardır? İstanbul Huzur'un ana karakterlerdendir ve iyi ki de öyledir.

Ankara'da askerliğimin uzun gecelerinde İstanbul'u daha fazla yanımda hissettirecek bir başka kitap olamazdı, sanırım. İstanbul'dan uzaktaki tüm İstanbulseverlere duyurulur!




Dergâh Yayınları
ISBN 975 - 7462 - 50 - 0
8. Baskı Ekim 1998

p>
<$Alberto Manguel - Okumanın Tarihih3>

<$



Sokrates'in Phaedrus'a anlattığına göre, zarların, damanın, sayıların, geometrinin, astronominin ve yazının yaratıcısı olan Mısır tanrısı Tot, firavunu ziyaret edip, bu buluşlarını insanlara aktarmasını önermiş. Yazıya gelene dek Tanrının diğer armağanlarının iyi ve kötü yanlarını tartışarak ilerlemişler. "Burada" demiş Tot; "insanların belleklerini iyileştirici bir öğrenme dalı var. Buluşum hem akıl hem de bellek için gerçek bir ilaç." Ama firavun etkilenmemiş. "Bunu öğrenirler ise", karşılığını vermiş, "ruhlarına unutkanlık yerleşir. Belleklerini kullanmaz olurlar çünkü yazılı olana güveneceklerdir. İçlerinde olanı ortaya çıkaramayacak, dışta olan işaretlere bakacaklar. Keşfettiğin şey hafıza için bir çare değil, bir hatırlatıcı... Kullara sunduğun gerçek akıl değil, onun yalnızca görüntüsü. Çünkü onlara gerçekten öğretmeden birçok şey anlatmakla, onları çok şey bilir gibi yapacaksın, ama çoğu pek bir şey bilmeyecek. Bilge olmak yerine, sahtekâr ve ukala olanlar gibi başkalarına yük olacaklar.
Sayfa 77-78


Halkçı rejimler unutmamızı isterler ve bunun sonucu olarak da kitapları gereksiz bir lüks olarak nitelerler; totaliter rejimler düşünmemizi istemez, bu nedenle de yasaklar çıkarır, gözdağı verir, ya da her ikisini birden yaparlar, çoğunlukla aptal olmamızı ve uysalca aşağılanmayı kabullenmemizi isterler, bu nedenle de düzeysiz basmakalıp yapıt tüketimini desteklerler. Böyle koşullar altında okurun aykırı olması kaçınılmazdır.
Sayfa 37

Manguel
Hepimiz okuyoruz. Kimimiz az, kimimiz çok; kimimiz sadece profesyonel okumalar yapıyor, kimimizse yazın'ın içine dalıyor.

Okumayı çoğunlukla kendimiz için yapıyoruz. Ama Manguel bu işi Borges için yapmıştı. Ne büyük şans! On altı yaşındayken, sadece on altı yaşındayken görmeyen -sadece fiziksel olarak- Borges'e kitaplar karşısında göz olmuştu.

İşte bu kitap, belki de Manguel'in Borges'e şükranlarının bir ifadesidir. Okumak üzerine bir kitap, bir meta-okuma.

İçinde okumaya dair çok şey var, ama yine de eksik. Aslında tüm kitaplar gibi. Eksiği tamamlayacak yeni kitaplar yazılması için bu gerekli. Manguel'in de bilincinde olduğu bir nokta bu.

Benim içinse, Moleschino'daki ilk yazımın çıkış noktası.



Yapı Kredi Yayınları
ISBN 975 - 363 - 919 - 8
2. Baskı Şubat 2002
İngilizceden çeviren Füsun Elioğlu
Özgün Adı A history of Reading

p>
<$Gabriel Garcia Marquez'le Konuşmalarh3>

<$

Tag --> , ,



Mendoza - Mercedes, Albay ölürken senin çok acı çektiğini söyledi.

Marquez - Evet, onu öldürmek zorunda kalacağım noktanın gelmesi gerektiğini biliyordum fakat düşüncesine bile dayanamıyordum. Albay artık altın balıklarını yapan yaşlı bir adamdı. Bir öğleden sonra "Zamanı geldi," diye düşündüm. Artık onu öldürmeliydim. Bölümü bitirdiğimde, titreyerek ikinci kattaki Mercedes'in yanına gittim. Suratımı gördüğü an neler olup bittiğini anladı. "Albay öldü" dedi. Yatağıma yattım ve iki saat ağladım.
Sayfa 43-44


Marquez

Gabriel Garcia Marquez ile yapılan söyleşide yazar, sevgili, aşık, baba ve insan Gabriel Garcia Marquez'le tanışma fırsatını buldum. Beni en çok etkileyen yanı yazar olanı.

Yazar değil, büyük yazar olmanın ipuçlarını kitabın her sayfasında veriyor, en çok da yukarıdaki pasajda.




Metis Yayınları
Birinci Basım Aralık 1983
Çeviri Şen Süer - Hilmi Bitim
Yapıtın özgün adı The Fragrance of Guava P. A. Mendoza in conversation
with Gabriel Garcia Marquez

p>
<$Umberto Eco - Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevih3>

<$

Tag --> , ,



Ona De Amicis'in Çocuk Kalbi adlı kitabını okuduğumu söylemiştim, bana onu hemen atmamı, De Amicis'in bir faşist olduğunu söylemişti. "Düşünebiliyor musun" diyordu, "herkes talihsiz bir aileden gelen zavallı Franti'ye karşı ve o faşist öğretmenin gözüne girmek için dört dönüyor. Ne anlatıyor? Cesaretli Garrone'yi, yağcının teki halbuki, Lombardiali küçük gözcüyü, hani şu kralın uğursuz bir subayı tarafından düşman geliyor mu diye bakması için yollanan ve ölen gözcüyü, emir eri olarak savaşın ortasına gönderilen Sardunyalı davulcuyu ve şu iğrenç albayı, hani zavallı çocuk bacağını kaybettiğinde üzerine atılıp onu üç kez kalbinin üzerinden öpen albayı, gencecik yaşta sakat kalmış birine yarası daha tazeyken böyle şeyler yapılmaz, oysa Piemonte Kraliyet Ordusu mensubu bir albayın sağduyulu olması gerekir. Coretti'nin babasını da anlatıyordu, o kasap kralın okşadığı, sıcaklığını hâlâ koruyan eliyle oğlunun elini tutuyordu. Kurşuna dizeceksin böylelerini kurşuna! Asıl De Amicis gibileri açtılar faşizme yolu."
Sayfa 332


Eco

Umberto Eco, 2. Dünya Savaşı İtalya'sını bir çocuğun gözünden anlatırken; aslında
edebiyatla da pekâlâ tarih yazılabileceğini gösteriyor.

Çizgi romanları, plakları, kitapları ve eski kitapları sevenlerin ayrıca tat alacakları bir kitap.

Doğan Kitap
ISBN 975 - 293 - 380 - 7
1. Baskı Ekim 2005
Çeviren Şemsa Gezgin
Orijinal adı La Misteriosa Fiamma della Regina Loana

p>
<$Ryszard Kapuscinski - Şahların Şahıh3>

<$

Tag --> , ,





Şimdi en önemli an gelmiştir; ülkenin, Şah'ın ve devrimin kaderini tayin edecek olan an, bir polis memurunun kalabalığın kenarında duran bir adama doğru yürüdüğü ve sesini yükselterek ona evine gitmesini emrettiği an gelmiştir. Bu iki adam sıradan, isimsiz kişilerdir; ancak, karşılaşmalarının tarihsel bir önemi vardır. Her ikisi de yetişkin, bazı olayları görmüş geçirmiş ve kişisel deneyimleri olan kişilerdir. Polisin deneyimi: Bir insana bağırıp sopamı kadırırsam, o önce korkudan uyuşup kalır, sonra koşarak kaçar. Kalabalığın kenarındaki adamın deneyimi: Yaklaşan bir polis gördüğüm anda ödüm kopar ve koşmaya başlarım. Bu deneyimlere dayanarak iyi bir senaryo hazırlayabiliriz: Polis bağırır, adam kaçar, diğerleri toz olur ve meydan boşalır. Fakat bu kez her şey farklı bir biçimde gelişiyor. polis bağırıyor, fakat adam kaçmıyor, orada dikilip polise bakıyor.

Sayfa 89

Kapuscinski
Bu yıl nobel edebiyat ödülüne de aday gösterilen yazar -aslında "devrim muhabiri"- Ryszard Kapuscinski'nin Şahların Şahı adlı kitabı -kitabın adından da anlaşılacağı üzere- İran devrimini konu alıyor.


Kitabın kurgusu hemen dikkat çekiyor: İstenirse anlatı şeklinde de okunabilecek bir metin koymuş önümüze yazar. Bunun yanı sıra devrimi yapan halkı bir kişide somutlaştırarak devrim yapan kişinin/halkın profilini ortaya koyuyor.

Sonuç olarak; bir anlatı, bir sosyolojik ya da psikolojik çözümleme olarak okunabilir kitap.




Metis Yayınları
ISBN 975-7560-05-6
Birinci Basım Nisan 1989
Çeviren Oktay Döşemeci
Yayının Özgün Adı Szachinszach

p>